Sayfalar

Bu Blogda Ara

18 Kasım 2015 Çarşamba

Körlük; Görmek yada Gör(e)memek...

KÖRLÜK (BLİNDNESS)

Körlük filmi Jose Saramago'nun aynı isimli romanından beyazperdeye aktarılmıştır. Filmin başrollerinde
bir çok başarılı yapımdan tanıdığımız Julıanne Moore, Mark Ruffalo ve özellikle Motorsiklet Günlükleri filmi ile başarıyı yakalayan Gael Garcia Barnel yer alıyor.
 2008 Cannes film festivalinin açılış filmi olarak seçilen Körlük'ün yönetmen koltuğunda ise 'Tanrıkent' filmi ile büyük çıkış yapmış olan
Fernando Meirelles oturuyor. 

Film ile Saramago'nun aynı isimli romanı arasında oldukça fazla farklılık var. Öncelikle roman felsefi, politik ve toplumsal anlamda derin saptamalar yapıyor, ama filmi izlediğimizde
bunların bir çoğunun ekrana aktarılamadığını görüyoruz. Saramago romanda körlüğü, daha doğrusu 'beyaz körlük'ü  insanın kendine, topluma, doğaya yabancılaşması için
bir metafor olarak kullanırken, ne yazıkki roman beyazperdeye aktarılınca bu duygu seyirciye geçirilemiyor. O yüzden incelenmek isteniyorsa film ile kitabın ayrı ayrı
ele alınması taraftarıyım. Biz burada -çok gerekli olan durumlarda kitaba da geri dönüşler yaparak- filmi inceleyeceğiz.

Bilmediğimiz bir zamanda (ama kıyafetler, mekanlar, kullanılan teknolojiye baktığımızda yaklaşık olarak günümüzün kapitalist toplumu olduğu anlaşılabiliyor)
, bilmediğimiz bir şehirde yoğun bir araç trafiğinin ortasında bir araç trafik ışıkları kırmızıdan yeşile geçtiğinde hakaret etmez. Sürekli bir yerden bir yere yetişme
kaygısı taşıyan insanlar hemen kornalara basmaya başlar, araçlarından inerek sabırsızlıkla sürücünün aracına doğru yürürler ve o sırada sürücünün 'kör oldum' diye sayıkladığını farkederler.
Sürücü filmimizin kör olan ilk kahramanıdır. Kalabalıktan çıkan bir kişi sürücüye yardım edebileceğini ve evine kadar götürebileceğini söyler ve birlikte yola çıkarlar. Filmde kişilerin iç sesleri yansıtılmadığı 
için romandaki kadar ne hissetiklerine hakim olamıyoruz; mesela sürücünün kendisini eve bırakmayı teklif eden, gerçekten de aslında hırsız olan adamın yanındaki tedirginliğini, hırsızın sürücüyü eve bırakıp arabasını
çaldıktan sonra yaşadığı iç çatışmaların hiç birini filmde bulamıyoruz. Bunun ana nedeni ise romandaki tartışmaların, çelişkilerin çoğunun kişilerin kendi zihinlerinin içinde geçmesi ve diyaloga dökülmemiş olması. Bu eksiklik 
belki filme 'içsesler' eklenerek giderilebilirdi, ama yönetmen bunu tercih etmemiş. 

Kör olan sürücünün eşi eve geldiğinde, birlikte doktora giderler; ilk bulgular fiziksel hiçbir bulgu olmadığı yönündedir. Hatta göz doktoru
daha önce hiç böyle bir vaka görmediğini söyler, çünkü bu 'beyaz körlük' tür.  Kör olan sürücü 'sanki gözlerim açık bir şekilde sür denizine batmış gibiyim' diye tanımlıyor körlüğünü.
Doktorumuz kör olan sürücümüzü hastaneye sevk eder. Doktor evine gider ve sabah kalktığında kendisin de kör olduğunu fark eder. 
Bir doktor olarak salgın olduğunu düşünerek hemen Sağlık Bakanlığını arar, önce onu ciddiye almayan bakanlık hızla bir çok vakanın gelmesi sonucu çok hızlı bir kararla
kör olan ve kör olanlarla temasa geçen herkesi ayrı ayrı yerlerde karantinaya alma kararı alır. Karantina için ise ilk olarak eskiden Akıl hastanesi olarak kullanılan bir
tesis seçilir. 

Karantinaya ilk giren kişi doktorumuz ve onu yalnız bırakmamak için kör numarası yapan karısı oluyor. Binaya ilk geldiklerinde dikkati çeken her yerin yıkık dökük olduğu,
hastaneden daha çok bir hapishaneyi andırdığı ve çalışanın bulunmaması. Karantinaya alınan körler hastanenin kapısında içeriye bırakılıyor ve onun dışında tamamen kendi kaderleri
ile baş başa bırakılmaktadırlar. Hükümet hastaneye kurduğu hoparlör sistemi ile sadece üç öğün yemeği kapıya bırakacağını, yemeğin dağıtımına karışmayacağını, çöpleri toplamayacağını, hastalanan olursa yardım gelmeyeceğini,
yangın çıkarsa müdahale edilmeyeceğini, kaçmaya çalışan olursa öldürüleceğini açık ve net bir dille bildirir. Hükümetlerin nasıl kolay bir şekilde totaliter bir şekile 
dönüşeceğini bize gösterir. Zaten kısa bir süre sonra hükümet başkanınında 'kör' olduğunu görürüz. 

Karantinaya gelen kişiler hızla artmaya başlar; doktor ve karısından sonra, doktorun bekleme salonunda bekleyen tek gözü kör yaşlı adam, gözünde yankı şikayeti olduğu için sürekli
güneş gözlüğü takan fahişe, tek gözü şaşı olan çocuk, ilk kör olan sürücü ve sürücünün arabasını çalan hırsız da aynı koğuşa gelirler. Roman da olduğu gibi filmde de hiçbir kanramananın 'ismi' yoktur, herkese
sıfatları ile seslenilir. Bunun sebebi olarak Saramago romanda 'kör olduğunuzda isimlerin artık hiçbir önemi yoktu' diyor. Belki de insanların özünü görmek ile alakalı da olabilir, romanda doktorun karısı
keşke bende kör olsaydı diyor bir yerde, kör olsaydım ve derinliği görebilseydim. Çünkü görmek aynı zamanda yargılamak demek, filmde yandaki koğuşta kendilerine yemek vermeyen adamın zenci olduğunu düşünen kişi, o sırada elini 
omuzuna dayadığı kişinin zenci olduğunu bilmemektedir. O yüzden romanın sonunda doktorun 'karısı biz zaten kördük' der. insanların, olayların özünü görmekten aczini belirterek.
 
Aynı zamanda hikayenin kahramanlarına isimleri ile değil sıfatları ile seslenilmesi ile 'körlüğün evrenselliği' vurgusu yapılmak da istenmiş olabilir. Bu vurguyu filmde daha 
belirgin olarak görebiliyoruz. Özellikle filmin ana kahramanlarının hepsi farklı ırklardan, yaşlardan ve cinslerden seçilmişler.

Karantinanın ilk günlerinden itibaren özellikle güvenlik güçlerinin nasıl 'kendi' halkından korktuklarına, bu korku nedeniyle onları gelişigüzel öldürmeyi hakları olarak gördüklerine şahit oluyoruz. Akıl hastanesinde karantinaya
alınarak kendi hallerine terkedilen körler, yemeklerini almak için bahçeye çıktıklarında dahi tehdit olarak algılanıyor ve sebebsiz yere öldürülüyorlar. Hatta bu korku öyle bir seviyeye gliyor ki,
hükümet tüm körlerin öldürülmesi gerekliliğini bile tartışmaya başlıyor. 

Karantinaya gelen körlerin sayısı arttıkça yiyecek paylaşımı ile ilgili adaletsizlikler doğmaya başlıyor. Bazı koğuşlar hakkından fazla yiyecek alırken, diğerleri aç kalıyor ve kimsenin gözü görmediği- doktorun karısı da gördüğünü 
söyleyemediği için hırsızların tespitini yapamıyorlar. Ama asıl sorun bir koğuşun kendini 'Kral' ilan etmesi ile başlıyor. Tüm yiyeceği kendilerine alıyorlar ve ancak değerli eşyalar ile ödeme yapılması karşılığında yiyecek vereceklerini 
söylüyorlar. Çünkü onun silahı var ve silah güç-oterite demek. (güç, Oterite, yozlaşma, despotizm, şiddet) Yani her toplumda olduğu gibi 
gücü elinde bulunduran kendini tek oterite ilan ediyor ve insanları sömürmeye başlıyor. İnsanların elindeki değerli eşyalar tükendiğinde ise, yiyecekleri seks karşılığında vereceklerini ve her koğuşun sırayla kadınlarını 
onlara yollaması gerektiğini söylüyorlar. Bu ilk bakışta asla kabul edilemeyecek ahlaksız bir teklif gibi gelsede, açlıktan ölmek/başkasının ölümüne seyirci kalmak-onurunu korumak ikileminde bırakıyor insanı. Ve sonuç olarak kadınlar bunu kabul ediyorlar.
ama birinci koğuşun kadınlarının gittikleri ilk gece, yüksek oranda bir vahşet, aşağılama ve sadizme tanılık ediyoruz. 'İncitme ve aşağılamanın dünya kurulduğundan bu yana varolduğu kimse için bir giz değildi, insanı şaşırtacak bir yanı da yoktu, hatta dünyanın bu tür davranışlarla başladığına
kuşku yok' 

Bu aynı zamanda insanın yapısında bulunan hayvani yönü de gösteriyor bize, başkaları tarafından görülmek aynı zamada yargılanmak demektir, 
ama kimsenin kendilerini göremeyeceğini/yargılayamayacağını düşünen körler her türlü insani vasıftan sıyrılıyorlar. 
İnsanın ne kadar kolay bir şekilde vahşileşebileceğini, ahlaki değerlerin ne kadar kaygan bir zemin üzerinde durduğunu ve insan denen canlının dünyada varolduğundan beri 
kurmakla övündüğü herşeyin (ahlak, siyaset, adalet vs) ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. 

'...belkide herşey gerçek kimliğine körler dünyasında kavuşur, (....) Çünkü artık onları gören bir göz kalmamış olur.'

Bu gecenin sonunda birinci koğuştan bir kadın gördüğü şiddete dayanamayarak ölüyor ve bu artık doktorun karısı için kopuş noktası oluyor. Kocasına 
'neler görmek zorunda kaldığımı bilseydin, kör olmamı dilerdin.'diyen karısı ertesi gizli bir şekilde vicdansızlar koğuşuna gidiyor ve kendini kral 
ilan eden liderlerinin boğazını keserek öldürüyor. Doktorun karısı o güne kadar körler arasında kör taklidi yapmayı tercih ediyordu, ama 'gör'düklerine dayanamayacak noktaya 
geldiğinde artık 'kör' taklidi yapamayacağını farkediyor. Hikayenin 'gözleri gören' tek kişisi olan doktorun karısını aynı zamanda insani değerlerin savunucusu, yönlendirici, bir çeşit aydınlatıcı rolünde görüyoruz. Ama görmek aynı zamanda bedel ödemek
demek, sorumluluk almak acı çekmek demektir. O yüzden insanların geneli 'görmemeyi' tercih eder. Körlerin kurtuluşa giden yoluda doktorun karısının 'gördüklerine' dayanamayıp, kör gibi dvranmayı bırakması yani
vicdansızlar koğuşunun liderini öldürmesi ile başlıyor. 

'Korku bizi kör etmişti, şimdi aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek' syf 119

Filmin son bölümünde doktorun karısı ve koğuştaki arkadaşları hastanedeki isyan sonrası çıkan yangında nöbet tutan askerlerinde tesisi terkettiklerini farkederek hastaneden ayrılıyorlar. Çünkü, bize her ne kadar filmde gösterilmesede, herkes (devlet, ordu, halk) kör olmuş durumdadır. Kör olmayan birileri varsada körler tarafından 
yadsınmamak, belki saldırıya uğramamak belkide sorumluluk almamak için gördüklerini gizlemektedirler. Pek tabiki 'kör'ler arasında 'gören' olmak zordur. 

Hastaneden ayrılan kahramanlarımız doktor ve karısının evine yerleşiyorlar ve birgün ilk kör olan kişinin gözleri birden, hiçbir belirti vermeden görmeye başlıyor. Balkona çıkan doktorun karısı şehirdeki 'görebiliyorum' bağırışmalarını duyar ve anlarız ki artık herkes sırayla görmeye başlayacaktır.
Film boyunca mistik bir havası olan ve bilge rolü üstlenen tek gözü bantlı adam bize herkesin 'göreceğinin' müjdesini şu şekilde verir;

'Belkide hepimiz sırayla görmeye başlayacaktık. (....) Tekrar görebileceklerdi, bu defa gerçekten görebileceklerdi. Kim bu körlük örtüsüne tutunacak kadar ürkek olabilirdi ki..'

Bazen küçük bir topluluk, bazen koca bir devlet yada tüm dünya tamamen 'körlü'ğe saplanabilir, insanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Ama gören bir kişi bile kalsa, o kişi sahip olduğu ışık ile tüm insanları tekrar aydınlatabilir, yeterki 'görmek'ten gördüğünü
söylemekten korkmasın....




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder